Nalbant Hasan Çavuş
Hicri 1306’da Ayıntab’ın Çukurbaşı Mahallesi’nde Zincircilerden Ahmet Ağa’nın oğlu olarak dünyaya gelen kahramanımız, henüz iki yaşında iken babasının vefatı üzerine, dedesi ve Nalbant Nuri Ağa adıyla maruf dayısının himaye ve nezaretine veriliyor.
O zamanlar nalbantlık Antep’in en belli başlı mesleklerinden biridir. Zaten diğer meslekler de buna benzer şeylerdir. Esaslı iş kolları ve ticaret, azınlıkların elindedir. Türklerin niçin yemenicilik, köşgerlik, duvarcılık, sayacılık, duvarcılık, demircilik, bostancılık gibi mandud sanatlara mahsur kaldıklarını şimdiki neslin anlaması güçtür.
Azınlıkların belli sanat ve işkallarını kendi inhisarlarında tutup Türklere öğretmediklerinden başka, Türkler öğrenmek isteseler dahi, daha genç yaşta askere alınıp, 910 yıl vatan savunması hizmetine verildikleri için atalarından öğrendikleri işleri (öğrendikleri kadarıyla) sürüp götürme geleneğine mahkum bırakılıyor idiler. Bu arada azınlıklar bu gibi hizmetlerin dışında bırakıldıkları için hem sanatlarını ilerletip temayüz ediyorlar, hem de yeni sanat ve tahsil için zaman Cycle with Nandrolone Phenylpropionate ve fırsat buluyorlardı. İşte kahramanımız küçük Hasan da, dayısı Nalbant Nuri Ağa’nın yanında nalbantlığı belleyip, Nalbant Hasan olarak kendini tarihimize tescil ettirecektir. Dabak, göncü Had Şakir’in kızıyla evlenip Ahmet Muhtar adında bir erkek çocuga kavuşan kahramanımızın bundan sonraki hayatı tam bir serüvendir.
Evlendikten bir yıl sonra süvari olarak askere alınır. Şam’da süvari taburunda beş sene vatani’ görevini yapar. Seciye, ahlaki yanında nalbantlık mesleği ile de temayüz eder. Antepli olur, Türk olur, Müslüman olur boş durur muıAskerlikte de olsa mutlak bir şeyler öğrenecek ileri gidecek. Kahramanımız da öyle yapar, hem eşsiz maharetiyle süvari taburunun küheylan atlarını nallar, hem de tabur imamından dersler alır.
Mükemmel Arapça öğrenir. Kur’an, sarf nahiv, inşa dersleri alır. Talim ve tatbikatta gösterdiği başarı ve liyakatından ötürü kendisini onbaşı ederler. Süvari talimi deyip geçmeyin.
Kendisi anlatırdı: “… Asker atın kuyrugundan tutar, subay atı kırbaçlar, at koşacak asker koşacak, beş on adım sonra asker ata binmiş olacak,”
“… At süratle koşarken süvari atın her iki yarana sarkacak. Ayağını yere basıp tekrar bu tarafa, tekrar öbür tarafa bu talimi tekrar edecek.”
Bu zorlu talimler ve günler sonra Birinci Dünya Harbi baslar. Kahramanımız harble Trablusgarp’ta müşerref olur. Ondan sonra bir yıgın harp dolu yıllar… Trablusgarp’ta hecin 121 süvarisidir. Sonra Gazze ve Kanal Muharebelerinde bulunur.
Bir seferinde İngilizlerle baş başa diş dişe bir süngü muharebesinde, alnından ve çene altından aldığı iki süngü yarasıyla, bir savaş gazisi olarak gözünü hastanede açıyor.
Kahramanımız hasmını, bu aldığı iki süngü yarasına rağmen yakın döğüşte hançeri ile deştiği için, bu yararlılığından ötürü çavuş olarak taltif ediliyor ve kendisine bir Alman filintası, bir de Alman çizmesi hediye ediliyor. Kendisinin anlattığına göre bu çizme ayağına dar geldiği halde sırf sevinçle, zorla da olsa onu ayağına giymek istiyor, giyince de bir daha çıkaramıyor.
(Kadir, 1990: 3839).