Max von Oppenheim, 1860 yılında bankacı Oppenheim’in oğlu olarak dünyaya geldi. İlerleyen yıllarda o da bankada yönetici oldu ama bankada çalışmaya çok hevesli değildi ve kendi kişisel çıkarları için uğraşıyordu. Banka, Belçika Krallığı’nın çok vahşice sürdürülen sömürgesinde demiryolu inşa eden ve yüksek karlar kazanan Chemin de Fer du Congo şirketinin de hissedarıydı.
Amcası Dışişleri Bakanlığı’nın sömürge bölümünde kilit bir isim olan Max von Oppenheim, Kölnlü şirket ve bankerler için Alman-Doğu Afrikası’nın en verimli bölümünde bir plantasyon ayarladı. 1893 yılında da bugünkü Tanzanya’da Alman Başbakanı’nın izniyle büyük çapta bir araziyi mülküne geçirdi. Daha sonra Oppenheim, Ren Handei-Plantasyon şirketini kurdu. Zorla çalıştırılan yerli işçilerin yardımı ile burada kahve ve kenevir yetiştirdi. Şirket çok daha sonraları 1945 yılında Nazilerle birlikte iflas etti.
Oppenheim Bankası, Konsortium der Deutschen Orientbank (DOB)’a aitti ve Alman İmparatorluğu’nun dışarda faaliyet sürdüren bankaları arasında önde gelenlerden biriydi. Banka örneğin, Çin’de Alman sömürgeleri için demiryollarını finanse ediyordu. Bunların arasında en büyük proje Bağdat Demiryolları idi ve bu büyük proje Phlipp Holzmann tarafından inşa ediliyordu. Bunu daha sonra Atatürk Türkiye’sinin silahlandırılması izledi.
GİZLİ KEŞİFLER
Max von Oppenheim Ortadoğu ve Afrika’daki İngiliz ve Fransız sömürgelerinde olduğu gibi, yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’unda da çok sayıda keşif gezisi yaptı. Araplar gibi giyindi, Arapça öğrendi, Bedevilerin yaşamını araştırdı ve kendisini Arapların kan kardeşi olarak sundu. Coğrafi bilgileri daima sömürge perspektifi ile değerlendirdi.
Oppenheim Kahire’de İmparator konsolosluğunda elçilik üyesi ve daha sonra ateşe oldu. Masrafları için hem devletten hem de babasından yüklü para alıyordu… Dışişleri Bakanlığı ona çok büyük olanaklar sunuyordu. Aylarca araştırmalar yapıyor ve aylarca Almanya’da başkentte kalabiliyordu. Bölgeden edindiği bilgileri doğrudan başbakana ve imparatora gönderiyordu. Berlin’e geldiğinde majestelere ”farklı bölgelerdeki Müslümanlar üzerine“ bilgiler veriyordu. İmparator kendisini”dünyadaki 300 milyon Müslüman’ın dostu“ olarak tanıtıyordu; çünkü yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nu yağmalamak istiyordu ve ajanı Oppenheim bunu severek yapıyordu.
Deutsche Bank’ın sözcüsü Georg von Siemens, 1899 yılında gizli diplomatlara Bağdat Demiryolu Hattı’nın güzergahını belirlemeleri için araştırma yapmalarını önerdi. Ama Dışişleri Bakanlığı buralarla ilgilenen diğer sömürgeci Büyük Britanya’yı kızdırmamak için onay vermeyi reddediyordu. Oppenheim özel olarak araştırmaları üzerine aldı ve demiryolu hattının güzergahı için önerilerde bulundu.
RASTLANTI BİR BULUŞ
Bu araştırma sırasında Oppenheim üzeri çöl kumu ile kapalı Tell-Halaf Sarayı’nın kalıntıları ile karşılaşır. Derhal diplomatik görevlerini bırakıp arkeolog rolünü oynar ve 1911 yılından sonra sarayın olduğu bölgede kazı çalışmalarına başlar.
Bin deveden oluşan bir kervanla aralarında portatif bir demiryolu olmak üzere en modern araçları kazı alanına getirtmeyi başaran Oppenheim kendisine pahalı, sağlam bir ev yaptırır.
Kazı için aralarında çocukların da olduğu erkek, kadın beş yüz elliye varan gündelikçi tutar. Çok sıcak günlerde de günlük çalışma süresi on saat sürer. Kötü çalışma koşullarına karşı grev yapanlar, değer bilmezlik ve itaatsizlikle suçlanır. Oppenheim kazının masraflarını bankadaki 240 bin Mark’ın faizinden ve bankadaki bir kazanç payından karşılıyordu. Sadece babası ilk iki yılda ek olarak 750 bin Mark (bugünkü değeri yedi milyon Euro) vermişti.
Kazının ilk aşaması 1911’den 1913 yılına kadar sürdü. Bu dönemde bulunan şaheserin çatısı hayvan figürlerinin üzerinde yükselen tanrı figürleri tarafından tutulan bir kocaman kapıydı. Oppenheim buluntuyu sorun olmadan Türkiye üzerinden nakledebilmek için İmparator II. Wilhelm’den yardım istedi.
TERÖR STRATEJİSİ OLARAK ARKEOLOJİ
Ağustos 1914’de Birinci Dünya Savaşı başladığında Oppenheim tekrar Dışişleri Bakanlığı’na döndü. Ve İmparator’a ”Düşmanlarımızın, Müslüman Bölgesinin Devrimcileştirilmesine İlişkin Muhtıra“ adlı bir belge sundu. Belgede Türkiye, Mısır, Hindistan, Irak, İran, Fas, Cezayir, Tunus ve Afganistan da dahil olmak üzere ülke ülke arkeoloji vesilesi ile kazanılacak Müslüman liderlerinin adını sayıyordu. Ezeli düşman İngiltere’nin sömürgelerinde‚ İngilizleri öldürecek gönüllü çeteler silahlandırılmalıydı. Tüm bunlar için para sorun değildi.
Muhtırada ayrıca‚ Araplar kutsal savaş (cihad) için kışkırtılmalı ve bunun için hazırlanmalı diye yazıyordu. Mekke, Medine, Cidde’de bürolar tutup hacılara yönelik için ajitasyon yapılmalıydı. Ayrıca camilerde ve okullarda militan Müslümanlara terör eğitimi vermek üzere Alman danışmanlar görevlendirmeli ve Bakü petrol yatakları kundaklanmalı, Britanya Commonwealth’in can damarı olan Süveyş Kanalı’na, Oppenheim’ın yardımcıları tarafından yönlendiren ”Allahın savaşçıları” tarafından sabotaj eylemleri düzenlenmeliydi.
Savaşın ilk yıllarında yeni bakanlık cihad ajitasyonu için Müslüman ülkelerde otuz altı haber bürosu açtı. Bildiri ve kitaplar Arapça, Türkçe, Farsça, Urduca, Çince, Rusça da aralarında olmak üzere yirmi dört dile çevrildi. Ama tüm çabalara rağmen ”Cihad made in Germany‘’ amacına ulaşmadı.
NAZİLERDEN MÜKAFAT
Openheim 1927 yılından 1929 yılına kadar kazı çalışmalarını sürdürdü ve bulunan eserleri Fransız manda yönetiminin onayı ile Almanya’ya getirmeyi başardı. Batılılar bulanan eserlere kendi malları gözüyle bakıyorlardı ve sadece bunlardan küçük bir kısmını yerlilere bıraktılar. Sanat ve kültür hırsızlığı onlara gayet normal görünüyordu.
”Arkeolog” Oppenheim, 1929 yılında Max von Oppenheim Vakfı’nı kurdu. Tell Halaf’da bulunan eserler bugün hala bu vakfa ait. Oppenheim, eserleri Berlin Charlottenburg’daki eski sanayi salonunda sergiledi. Eserler, Kasım 1943’deki bir bombardımanda paramparça oldu. Fakat bu zor dönemde bile rejim, Ağustos 1944 yılına kadar 27 bin kırık parçayı traktörlerle Müze Adası’na taşıdı.
Nazilerin Oppenheim’a desteği bunla da sınırlı olmadı. Birinci Dünya Savaşı’ından sonra ailesi ve bankası büyük borç yükü altına giren Opennheim’lara uygun krediler verilerek zararlarını karşılama şansı verildi.
Harabe olan eserler daha sonra DAC (Demokratik Almanya Cumhuriyeti) tarafından Batı Almanya’ya verildi. Bunlar kamulaştırılmadı ve atılmadı da. DAC’nin yıkılmasından sonra Max von Oppenheim Vakfı harabe olan eserleri ödünç olarak Prusya Vakfı’na verdi. 1999 yılından beri Dışişleri Bakanlığı, Alman Araştırma Topluluğu ve özellikle Oppenheim Bankası gibi bir kaç kuruluş, bu eserlerin yeniden restore edilmesini desteklediler.
Böylece 27 bin parçaya ayrılmış eser 8 yıl süren ve son dönemlerin en büyük ve en pahalı restorasyon çalışmasıyla birleştirilmiş oldu.
Restorasyonun ana sponsoru olan Oppenheim Bankası, 2009 yılında iflas etti. Ama bu bile vakfın sözcüsü Christopher von Oppenheim’in bir çok kuruluşla çalışmalarına engel olmadı. O dönemin Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier serginin açılışında kameralara şöyle diyordu: ”Max von Oppenheim, Alman-Arap ve Alman-Türk ortaklığının öncülerinden birisidir ve bu bakımdan bugünkü çalışma için de bir örnektir.“
Die Junge Welt Gazetesi’nden alınmıştır.
Çeviri: Mehmet Salim
Kaynak: https://www.yenihayat.de/2011/03/21/ortadoguda-bir-kultur-hirsizi/